BENİM HİÇ HİKAYEM OLMADI Kİ

Kendisiyle ilişki kuramadığım bir hayat benimkisi. Yaşayanla yaşanan arasında giderek zıtlaşan ve birbirini yaralamaktan asla geri durmaya...

Kendisiyle ilişki kuramadığım bir hayat benimkisi. Yaşayanla yaşanan arasında giderek zıtlaşan ve birbirini yaralamaktan asla geri durmayan bir muamma. Bu hayatın, kim olarak neresinde olmalı, neresinde durmalıydım? Biraz daha ötelediğimde, çakıl taşlarını elmasa çevirmeye çalışan bir ütopya değirmeni. Her şey merkezinde kalmalıydı oysa. Merkez Efendi'yi merkeze çeken düstur da bu değil miydi? O ne okumuştu ya da Sümbül Efendi Ona ne okutmuştu? Benim okuduklarımla onun okumadıkları; onun okuduklarıyla benim okumadıklarım aynı şeyler miydi? Aynı kapıdan içeri girme şansım var mıydı? Tolstoy'un Diriliş'ini okumamakla veya Tagor'un Gitanjali'sini, hadi diyelim Takıyyeddin Mengüşoğlu'nun Felsefeye Giriş'ini okumamakla Merkez Efendi ne kaybetmişti de ben, Onun da okuduğuna emin olduğum Mesnevi'yi, Mantıku'ttayr'ı okumakla ne kazanmıştım? O giderek merkezîleşirken , ben dairenin dışına düşmüştüm. Üstelik ikimizin de Kur'an-ı Kerim'i elimizden düşürmediğimizi hesaba dahil edersek durum daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmekte. Güçlü bir medrese eğitiminden mi gelmişti Merkez Efendi? Evet. Ama ben de hadis, fıkıh, tefsir usulü okudum. Hatta, belki de meşrebi müsade etmeyeceği için, O Bidayetü'lmüctehid'i okumadı, ama ben okudum (Bu çok gülünç oldu ama, olsun). Saymaya kalkarsam, okuduğumuz kitaplar itibarıyla Merkez Efendi'ye fark attığımı bile iddia edebilirim. Merkez Efendi ne bilecek Turgenyev'in, Babalar ve Oğullar'ıyla nihilizmi, edebi bir türde doruklaştırdığını; Albert Camus'un, Yabancı'sıyla, içimizdeki yabancıya 'sen nerelerdeydin şimdiye kadar?' diye sorduğumuzu… Bir de Sartre'nin bulantısıyla (buna şimdilerde varoluşçuluk mu diyorlar ne!) hiç midesi bulanmış mıydı Merkez Efendi'nin? Yok. Halbuki benim de içim yanıyordu, onun da. Fakat o fırınlandı, pişti; bense yandım ve bir avuç kül kaldım geriye. Ben halâ kekeme bir dille 'hiç'i kekelemeye çalışırken, O 'hiç'in göbeğine bağdaş kurmuş oturuyor. Ben sürekli Onun ziyaretine giderken, O bir defa olsun gelmedi bana. Hangimiz daha çok okumuştuk? Her ziyaretimde Onun çokluğunda benim vahdetim görünüyordu lâkin, benim vahdetimden henüz bir 'bir'lik südûr etmiş değil. Çok olarak kalmıştım. İşte böyle. Çokluktan bir kinayem bile yoktu üstelik. İyi de farkımız neydi peki? Onun Sümbül Efendisi mi vardı, yani bir okuyanı; okuduklarını da okuyanı?

Benim bir hikayem olmadı ki demiştim yazının başlığında. Dolayısıyla okuma hikayem de yok. Okuduğumu okumaya ve tarafımdan okunmaya çalışarak da olamadığım kadar bu kadar oldum. Bana bir Sümbül Efendi bulun, bakın neler oluyor desem, zevahiri kurtarabilir miyim acep? Hadi oradan diyor bir gizli ses, Sümbül Efendi'yi bulabilmek için de Merkez Efendi olmak lazım.

                                                                                                                                   Erdal Çakır

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

0 comments

Flickr Images