ALİ PALA
Kasım 23, 2024Ali Pala, dostum, karındaşım Hüseyin Pala'nın, benim bir zamanlar kendisine büyük dostum diye hitap ettiğim küçük oğlu. Ali hala büyük dostumdur ve öyle de kalacak. Z kuşağından. Üniversite okuyor. Üç abisi var. Abileri de has dostumdur, Amcaoğlu Mustafa Burak da.
Ali ile ilk tanıştığımız zamanlarda (2014) kendisine, Ali sen bizim müctehidimiz olacaksın derdim. Yüzünde, belli belirsiz bir gülümsemeyle, bu adam ne demek istiyor istifhamını saklı tutarak ve müctehidden neyi kastettiğimi anlamaya çalışarak hikmetle susardı. Yahu çocuk, müctehid kim, müctehidle bana ne yüklemek istiyorsun diye dön bir kere sor değil mi. Sormadı. Ben, sen bizim müctehidimiz olacaksın dedikçe o sustu. Anladım ki hikmet ve hikmetle susmak 'Ali'liğin mayasında var. Müctehid olabilmenin temel şartı da ince susmak, ince dinlemek, ince kavramak, ince hükmetmek ve söylemek değil miydi zaten. Sonra sonra anladım ki, problem, Ali'nin, benim kendisine ne söylediğimi anlayıp-anlamaması değil de benim Ali'nin suskunluğundaki o zarif, o manalı duruşu anlayamama kabalığında gizliydi.
Günümüz efkar-ı umumiyesinin, z kuşağı dendiğinde hemen bir çırpıda sıraladığı suçlayıcı nitelikteki ithamlarıyla, Ali'yi anlayamamamdaki kabalık nasıl da örtüşüyor. Bu illiyet bağı üzerinden konuşacak olursak, söylenecek o kadar çok şey var ki. Benden önceki, sonraki ve içinde bulunduğum kuşaklar "Ekmek"le daha açık söylemek gerekirse ekmeksizlikle korkutulmuş kuşaklardır. "Ekmeğini kazan sonra ne yaparsan yap" bizim kuşaklara va'z edilmiş temel düsturdur. Akıllı ol, ekmeğini kazan, (erkeksen şayet) askere git-gel, evlen ve sonra sen de ekmeğini kazanacak nesiller yetiştir. Sıralı bir hayat. Bu hayatı va'z eden nesilleri (anne-babalarımızı, dedelerimizi-ninelerimizi) asla suçlamıyorum. Çünkü, onlar hakikaten büyük bir yokluğun, yoksulluğun, açlığın içinden gelen nesillerdi. Neyi görmüşlerse onu bilip-söyleyecek, neyi görememiş ve yokluğunu yaşamış iseler onu adeta kutsal hedef olarak göstereceklerdi. Bu son derece doğaldı. Dolayısıyla yukarıda andığım ve bütüncül anlamda bizim kuşaklar diyebileceğim kuşaklar, bir şey olabildiyseler, bir yerlerde kendilerine mevzi tutabildiyseler bunlar el yordamıyla olan şeylerdi. Ancak teessüfle belirtmem gereken husus şudur: Bizden ne kemal mertebesinden bir alim zuhur etti ne yetkin bir düşünürümüz oldu ne sanatkarımız ne de farklı meslek alanlarından dünyaya "hodri meydan" diyecek insanlarımız... Sözünü ettiğim yoksunluğa ilaveten bizden dini bütün kişilikler, esaslı komünistler, kapitalistler, materyalistler de çıkmadı. Hibrit kimliklerden oluşan garip bir mozaiğiz biz. Hadi istisnalar hariç diyelim ve onları bir tarafta tutalım da sözünü ettiğim mozaiğin içinde görünen herkes, ben bu 'istisna'ya dahilim diyerek kendini rahatlatsın...
Korkutulan nesillerin karakteristiği özgüvensizlikle, kompleksif tutum ve davranışlarla, tutarsızlıkla, harici olanı matah görüp baş tacı etmekle, ictihad edememekle malûldür. Mesela müsteşrikin biri çıkıp da Gazali, İslam düşüncesini, felsefesini donduran dahası ictihad kapısını da kapatan adamdır demişse, bu artık bizim için değişmez bir hakikattir. Düşünce tarihimizden günümüze intikal etmiş bu misil tartışmalar bizim müktesebatımızda var olsa bile bu artık, "müsteşrik"in sözde tespitiyle hükme bağlanmıştır. Yani tartışılamaz bir keyfiyet kazanmıştır. Yani Gazali, tam da öyle, maruz kaldığı ithamla muttasıf bir alim ve muhakkiktir! Söz konusu 'a priori'yi tashih etme gereği bile duymayız. Oysa işin hakikatine yöneldiğimizde, Gazali'ye yapılan bu suçlamayla öyle bir tarihi skandala ve iftiraya imza atmış oluyoruz ki, Miladi 1111 tarihinde vefat etmiş bir kişi (Gazali), yapıp ettikleriyle, yazdıklarıyla kendinden önceki müktesebatın verimlerinin can alıcı noktasını dondurabilecek tesirde bir iş yapmışsa, ki buna vahiy de dahildir, dönüp o müktesebatı sorgulamakla yüz yüze kalmaklığımız söz konusu değil midir. Bunun ucu, vahyin mahiyet ve muhtevasının zamanlar ötesi hakikatine de dokunmuş olmuyor mu. Gerçekten biz ne dediğimizi biliyor muyuz. Bir ferdi ya da nesli, bir konunun tarihen suçlusu görmek, a priorik ve de illüzyonik bir kendini ibra etme ameliyesi değil midir. Bugün z kuşağı diye adlandırdığımız kuşağa bakışımızdaki bulanıklığın da bu paranteze dahil bir sıkıntıyı ihsas ettiğini söylememiz gerekmektedir.
Z kuşağı kendi hikayesini henüz yazmadı. Şahsen ben, z kuşağından ümitliyim. Onların görünürdeki savrukluğunun, pervasızlığının, agresifliğinin, deistliğinin, a teistliğinin, a gnostikliğinin bizimle olan ilişkisini ne kadar düşündük ve düşünüyoruz. Z kuşağının dinle olan ilişkisinde görülen kayıtsızlık ve bizim telkin ettiğimiz dine getirdikleri reddiye, bizim idrak ettiğimiz ve yaşadığımız/yaşamadığımız dine getirdikleri reddiye midir yoksa "ed-Din"in zatına bir reddiye midir.
Başa dönecek olursak, Ali Pala, yani benim büyük dostum geleceğimizin müctehididir. Kendi kuşağından da Ali gibi müctehidler çıkacağından şüphem yoktur.
Ali Efendimiz (Allah Ona rahmet etsin) başta olmak üzere bütün Alilere selam olsun.
Erdal Çakır
05.06.2024
0 comments